Dünyanın bir çok ülkesinde bu konuda bir çok çalıştaylar yapılamakta ve bu konuda yazılar yazılmakta. Bu çalışmaları çok değerli buluyorum. Ama dikkatimi çeken bir konu var. Özellikle batının metodolojik anlayışı bir çok konuda olduğu gibi bu kavramı da hep bir zemine oturtma, disipline etme ve kuralları belirleme yoluna gidiyor. Ulusal olarak yayınlanmış ya da farklı platformlarda bir çok inovasyon süreci ya da inovasyon yönetimi metodolojisi bulabilirsiniz. Öyle ki bu konuları takip ederken etkilenerek kendimi, bakış açımı da katarak bir süreç modelini oluşturmuş buldum
Bir
önceki yazımda belirttiğim gibi çaba çoğu zaman sizi bir sonraki aşamaya
götürür. Bu yeni nokta size adımınızın doğru ya da yanlış olduğunuzu farketme
imkanı sağlar. Bunu ilk kez gideceğiniz bir AVM’ye yol bulmak gibi düşünün.
Hemen hemen hepimizin yaptığı şey haritaya bakmak, navigasyondan yardım istemek.
Bazen yolun farklı seçenekleri ya da yol tarifi yanlış olduğu olur ve bu sizi
çoğu zaman engellemez. Karar verip yolun birinden gidersiniz. Uzun ya da yanlış
yol olduğunu tecrübe eder, yolunuzu yeniden belirler ve bir sonraki gidişinizde
hedefinize daha sorunsuz ulaşırsınız. İşte bunu hayatın bir çok yerinde olduğu
gibi inovasyonda da uygulamalıyız diye düşüncelerimi ifade etmeye çalışmıştım.
Konumuza dönersek; çabalarım ve ortaya çıkan model olayın başka bir yönünü de
görmemi sağladı.
İnovasyonu
daha iyi daha metodolojik yapalım derken
onu farkında olmadan sınırlandırdığımız gerçeği. Oysa yeni, farklı ve özgün
düşünce onun mayasıdır. Kar tanesini çok sevdiğinden avucunda saklamaya benzer
bu. Peki bu durumda hiç bir metodoloji kullanmayalım mı? Bu da yanlış olur?
Aslında benzer bir tartışma CMMI mı, Agile mı diye gündeme gelmişti. Bu biraz
sahip olduğunuz şartlarla ve imkanlarla da ilgili. Uygulamalar bu açıdan da farklı oluyor. Yani metodolojiler ve isimler değişiklik gösterebiliyor. Bana sorarsanız tüm
bunlardan dolayı yönetim kelimesi beni rahatsız ediyor. İnovasyon süreci demek
bana daha uygun geliyor. Bir hedefiniz var ve adım adım ilerlemek istiyorsunuz. Ama
süreci de çok keskin hatlarla belirlemek taraftarı değilim. Örneğin çok yumuşak
gibi görünen “fikirlerin her ne kadar zayıf olsa bile %5’i değerlendirmeye
alınır” ifadesi bizi gereksiz bir sınırlamaya zorlamaz mı? Belki o dönemde
sadece %1’i değerlendirilmelidir... Ya da önceliklendirme kurallarını çiğneyen
ama gerçekten orjinalliğini ve ihtiyacını hissettiğiniz bir inovasyona neden
daha çok bütçe ve daha çok zaman ayırmayasınız?
Olayı
akademik ve metodolojik ele alanlar bir tarafta yer alırken diğer bir taraf ise
doğrudan işe girip müşterisinin istediği ürüne odaklanarak yenilikçi ürünler
ortaya çıkarabiliyor. Örneğin ülkemiz de de alaylı diyebileceğimiz sanayi
ortamında çalışan firmaların ürünleri ve aldığı patenler kesinlikle
küçümsenecek miktarda değildir. Bunlar ise belkide metodolojiyi cümle içinde
hiç kullanmadıkları halde kafasında kurguladığı başarı adımlarını ve
motivasyonularını takip ederek başarıya ulaşıyorlar.
İnovasyonda
teknoloji uzmanları, müşteri temsilcileri yer alabiliyor ama neden herhangi
birisi olmasın? Bence ürünlerin ilgilisi ve konunun uzmanı olmak gibi kısıtı
bulunmayan, bir anlamda konu hakkında bilgisiz ve hata yapmaktan korkmayan
üçüncü şahıslar da süreçte yerini almalıdır. Bir çocuk gibi bazen birinin, bir
uzmanın aklına gelmeyen soruyu sorması, ya da akıl dışı gibi gelen bir öneri ortaya
atması, uzman kişiye göre yapılması teknik olarak çok zor ya da imkansız gözüken
bir teklifte bulunması süreç içinde farklı beyinlerin tetiklenmesini ve ekibin
diğer üyeleriyle birlikte daha önce hiç düşünülmeyen bir fikrin ya da ürünün
ortaya çıkmasının kapılarını aralayabilir. Sonuçta düşünen varlıklar olarak herbirimiz
süreçte yerimizi almaya doğuştan hazırız.
No comments:
Post a Comment